TÜKETİYORUZ
Tüketiyoruz sevdaları, umutları, yarınları.. Tüketiyoruz o samimi duyguları, dostluğu, kardeşliği… Yemyeşil ormanlarımızdan nefes aldığımız atmosferin ozon tabakasına kadar tüketiyoruz doğayı, canlıları, bizi biz yapan erdemleri, değerleri ve insan olmayı, bizi insan yapan yüreği öldürüyor, geriye biyolojik bir organ bırakıyoruz adına kalp dediğimiz.
Bize uzanan o sımsıcak eli bırakıp dikenli tel uzatıyoruz. Peki niçin?
Niçin tüketiyoruz bunca güzel değerleri… Hırsımızdan mı, egomuzdan mı, komplekslerimizden mi, cehaletlerimizden mi, yoksa çok bilmişliğimizden mi?
Metruk ve harabeleşmeye yüz tutmuş yıkık dökük evler gibi taşlaşmış bir kalp, sevgisiz bir bakış, nereye gittiğinden habersiz, telaş içindeki adımlar…
Sonrası vefalı bir fino köpeği gibi peşimizde dolanan yalnızlık…
Peki, değer mi tüm bunlara? hepimiz misafir değil miyiz şu fani dünyada?
Neyi götüreceğiz giderken, neyi bırakacağız ardımızda…
Hoca son namazımızı kıldırıp, “ey cemaat! Mevtayı nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda her ne kadar iyidir deseniz de içinizden geçenleri hoca asla duyamayacaktır.
Tamamen bir tüketim çağı yaşıyoruz. Sevginin yanında, değerlerin yanında, gereksiz kavgalarla onları da tüketiyoruz…
Keşke Hayati gereksinimiz olan ekmek su ve havayı tüketseydik. ama biz çağın insanları hep birlikte insanlığı tükettik, bildiğimiz bir hikayedir bu.
Kralın biri taht odasında otururken,
pencereden sesler gelmiş.
”Güzel elmalarım vaaaaaar !”
Bakmış, yaşlı birisi, at arabasında elma satıyor.
Etrafında müşteriler.
Kralın canı çekmiş ve baş vezirini çağırmış;
– Al sana beş altın, koş bana elma al.
Baş vezir, vezirlerden birisini çağırmış;
– Al sana dört altın, koş elma al.
Vezir saray görevlilerinden birisini çağırmış;
– Al sana üç altın, koş elma al.
Saray görevlisi muhafız komutanını çağırmış;
– Al sana iki altın, koş elma al.
Komutan nöbetçiyi çağırmış;
– Al sana bir altın, koş elma al.
Nöbetçi çıkmış yaşlı ihtiyarı yakasından tutmuş ve;
– Hey sen, ne bağırıyorsun? Burası han mı, yoksa saray mı? Defol buradan. Arabana da elmalara da el koyuyorum.
Nöbetçi, muhafız komutanına dönmüş;
– İşte şef, iyi dalavere çevirdim. Bir altına yarım araba elma.
Komutan saray görevlisine dönmüş;
– İşte, iki altına bir çuval elma.
Saray görevlisi vezire dönmüş;
– İşte, üç altına bir torba elma.
Vezir, baş vezire dönmüş;
– İşte, dört altına yarım torba elma.
Baş vezir kralın huzuruna çıkmış;
– İşte kralım, emrettiğiniz gibi. Buyurun, beş elma.
Kral oturmuş taht odasında ve düşünmüş;
”Beş elma-beş altın. Bir elma-bir altın
ve halk elmalara hücum ediyor..
Demek ki vatandaşın durumu çok iyi.
Vergileri hemen artırmak lazım…!!!
Buyurun şimdi cenaze namazına!
– “Ey ahali insanlığı nasıl bilirdiniz?