MUTLULUK OYUNU
MUTLULUK OYUNU
Körebe, elim sende, saklambaç, beştaş ve evcilik oyunları
çocukluğumuzda kaldı. Birimiz bakkal amca, diğerimiz müşteri olurduk.
Çevremizde gördüğümüz herşeyi taklit ederdik. Hepimiz soru soran birer
filozof, oyun yazan senarist ve rol yapan küçük oyunculardık. Dünyayı ve
yaşamı sorgulamak için gelen bizler, büyüdükçe dümdüz bireylere dönüştük.
Kavgalardan, dedikodulardan başka hiçbirşey üretemeyen tüketim toplumu
olurken en çok da ömürlerimizi tükettik.
En kalabalık yerlerde o derin yalnızlığı hissederken nasıl da oynuyoruz,
Polyanna’nın ünlü ve o sahte mutluluk oyununu,
Nasıl da konduruyoruz yüzümüze o sahte gülücükleri nakış nakış…
Dilimizde naylondan bir mutluluk sözcüğü. Protez gibi dudaklarımızdan düştü
düşecek.
Polyanna’nın sahte oyununu başarı ile oynarken, Allah 'tan burnumuz
uzamıyor yalancı Pinokyo gibi…
O güzelim duygularımızı ruhumuzun Yedi kule zindanlarına hapsetmişiz.
Ne kadar da uzaklaşmışız gerçek ve asil duygularımızdan.
Etrafımızı kuşatan beton yığınları gibi katılaşmış ve o gökdelenleri
içimize dikmişiz.
İnsan büyüdükçe masumiyetler kirleniyor sanki, ne ihanetlere, ne
sahtekarlıklara ne de ölümlere şaşırmıyoruz bile. Sanki dünya yaşamını dizi film
yapmışlar bizler de çekirdek çıtlatarak izliyoruz.
Çocuk iken kendi kendimize verdiğimiz rolleri şimdi toplum diretiyor
bize. Başkalarının bize biçtiği değersiz rolleri oynuyoruz, kendi rollerimizi
çoktan unutmuşuz.
İçimizdeki çocuğu öldürürsek bir köleden hiçbir farkımız kalmaz.
Gördüğümüz olaylar vasat bir film gibi dikkatimizi bile çekmez. Haksızlıkları,
hırsızlıkları, ihanetleri filmin teması gibi algılar geçeriz.
Çocuk olamazsak sosyal olamayız, sosyal olamazsak toplum olamayız.
Toplum olamazsak dağınık bir koyun sürüsünden hiçbir farkımız kalmaz.
Önce çevremizle aramıza ördüğümüz betonları yıkmaktan başlamalı işe.
Tekrarı yok bu hayatın.
DÜN geçti
BUGÜN bitiyor
YARIN acele etmeli.
İçimizdeki masum çocuğun yüzü suyu hürmetine.
Nilgün YAZAR