KALEMİME MÜREKKEP AKTIKÇA
Niye yazarız? Neden yazmalıyız? Kaleminden ayrı kalmak, uzun veya kısa bir süre de olsa
yazamamak, bir yazara veya şaire neden ve nasıl bir ıstırap yaşatır?
Bir kaç hafta önce eski kayıtlarımda bulduğum, 2000 yılında yazmış olduğum bir denemede, bu
soruları kendime sormuş ve yine kendimce cevaplarını bulmaya çalışmışım. Bu köşe vesilesiyle
siz değerli okuyucularımızla bu denemeyi sizlerle paylaşmak istedim.
KALEMİME MÜREKKEP AKTIKÇA
Uzun zaman oldu kalemimle dertleşmeyeli. Aslında ne ben, ne de o alışkın değildi böyle uzun
ayrılıklara. Ama her nedense bu diyara geldiğimden beri bir-iki kısa sohbet dışında
görüşemedik. Oysa bu şehir öylesine güzel, öylesine büyüleyici bir yer ki, hiç yazmayan insanın
bile şair veya yazar olası gelir. Gel gelelim durum böyle iken bizi bu kadar uzun süre hasrette
bırakan sebep nedir diye sorası geliyor insanın. Mazeret sıralamak dünyanın en kolay işlerinden
biri. Lakin sağlıklı bir düşünce ve derin bir murakabe sonucu gerçek sebebi bulmak hiç de zor
değil.
Ortaya çıkan gerçek sonuç, sadece ve sadece “tembellik”. Bunun devamında
okumama,düşünmeme,değerlendirme yapmama, fikir yürütmeme ve neticede
“vurdumduymazlık ”denilen bir illet tarafından çepeçevre kuşatılma. Kalbe kan taşıyan
damarlarda bir rahatsızlık olmasa da, hassasiyet taşıyan, duygu taşıyan, his taşıyan damarlarda
zikrettiğim sebeplerden kaynaklanan bir tıkanıklık ve tedavi yoluna gidilmediği takdirde
insaniyet namına bir manevi krize maruz kalma. Ne kötü, ne hazin bir sondur ki bu, sizin
dışınızda gelişen hiçbir iyi ya da kötü hadiseler sizi ilgilendirmez, yüreğinizde en ufak bir
sevinç,üzüntü,korku ve heyecan duyulmaz. En orijinal olaylar bile sadece “sıradan”
kategorisine girer ama, böyle bir yürek, böyle vurdumduymaz bir kalp taşıyan insanlar ne yazık
ki bu “sıradan” payesine bile sahip olamazlar.
Ben de kalemimden ayrı kaldığım, dertleşmekten üşendiğim, kısacası vurdumduymazlığın beni
dört bir yanımdan kuşattığı o karanlık atmosferde maalesef sıradan bile olamadım. Depremler
oldu, insanlar öldü, kazalar nice canlar aldı, hayatın ve insanların acımasızlığından habersiz
dünyaya gözlerini açan bebekler, sevinç ve coşku içerisinde her türlü dert ve kederden uzak bir
şekilde oynayan çocuklar… Olanları, ölenleri gelenleri, gidenleri anlatmakla, yazmakla
bitiremeyiz ama önemli olan bütün bu yaşananlar yüreğimin teline ne kadar dokundu ve ne
denli ses çıkardı? Benim heyecan dolu, şevk dolu, kıpır kıpır yüreğime, duygulandığım zaman
gözümü ve gönlümü ferahlatan gözyaşlarıma ne oldu? Ne olduğunu anlayabildiğim ve
bulabildiğim o an, kalemimle yaşadığım ayrılığın da sebebini bulacağım an olacaktı. Çünkü
kalemimden dökülen mürekkebi, gönlümün heyecanı ve gözyaşlarımdan dolduruyorum.
Ve ben artık, kısacası” bana ne oldu?” nun cevabını az da olsa bulduğuma inanıyorum.
Gönlümü, gözümü ve tabii ki kalemimi yeniden ihya edecek formülümü buldum:
Bundan böyle gözüme, gönlüme vuran her şeyi duyacağım, okuyacağım, düşüneceğim, kendim
için, milletim için, insanlık için yapmam gereken herşeyi en iyi şekilde yapmaya çalışacağım ve
kalemime mürekkep aktıkça yazacağım. Yazacağım ki, yaşadığımın farkına varayım ve
yazdıkça yaşadıklarımın bir değeri, bir anlamı olsun.